2 yıl önce, ABD menşeili ateizm çevrelerinde, cemaatleri içerisindeki kadınlar ve sorunları üzerine çok önemli bir tartışma döndü. Genellikle Richard Dawkins’in “elevatorgate” eleştirisi olarak anılan bu cemaat kavgasının gerçek çıkış noktası, bir kaç feminist ateistin tartışmaya açtığı kurumsal ayrımcılık sorunuydu. Ortaya atılan konular da öyle yenilir yutulur şeyler de değildi; mevzu ateizm konferanslarındaki katılımcı ve konuşmacıların cinsel taciz vakaları ve örgütleyenlerin bu konuya duyarsızlıklarıydı. Ancak bu sorunlara getirilen elle tututulur/pratik çözüm önerileri karşısında ateist cemaat organizatörlerinin tavrı, bir özeleştiriye gitmek ve gerekli değişiklikleri yapmak değil, sorunları inkar ve feministleri itham etmek oldu. Yaşananlar olayla bağlantılı bireylerin tepkilerinden çok, kendisini ateist/şüpheci/humanist olarak tanımlayan entellektüellerin, kendi cemaatleri içerisinden gelen feminist eleştirilere nasıl tepki verdikleri ve bu tepkileri nasıl teorize ettikleri açısından konunşmaya değer. Bu nedenle de onur haftasının denk geldiği bu mübarek ramazan ayında sizlere bu mevzunun ayrıntılarını (freethoughtblogsdan alıntılayarak) anlatmaya karar verdim.
Öncelikle belirtmem gerekiyor ki bu yazıda ateizmin bir toplumsal hareket olarak içinde barındırdığı sosyal ilişkileri konuşacağım. İnsanlar herhangi bir ideolojiyi bireysel olarak takip edebilecekleri gibi, sosyal bir örgütlenmeye giderek bir cemaat olarak da savunabilmekteler. Bu ateizm için de geçerli. Bu açıdan, belirli değerleri savunan bir grup insanın, bu değerlerinin kendi organizasyonel kültürlerine nasıl yansıdığını ya da aşağıda anlatacağım şekliyle nasıl yansıtamadığını konuşmayı anlamlı buluyorum.