akademide paryalaşma: bir almanya örneği

Avrupa’da Üniversite standartlaştırılması adı altında yüksek öğretimin değişimi devam etmekte. Her ülkenin kendine has yüksekeğitim modeli değişime uğrayarak, genelde amerikanvari olarak adlandırılabilecek bir merkezi sisteme evrilmekte. Bu değişimin neoliberal bir yeniden şekillendirme olduğu, değişimin en hızlı geliştiği ve zaten bu gibi konularda da öncü olan Hollanda örneği üzerinden erken dönemde dillendirilmişti [1]. Amaçlananın piyasanın talep ettiği uzmanlaşmış, esnek çalışma şartlarına hazır işgücünün emek piyasasına eklenmesinin yanı sıra, yükseköğretimin geçirdiği değişimin, aynı zamanda üniversitedeki bilim pratiğinin ve kurumsal işleyişine de bir müdahale olduğu yazılmıştı.

Bu geniş kapsamlı değişim Türkiye’de de gözlenmekte. Sürecin bütüncül etkilerinin yanı sıra, fakülte ve dolayısıyla sektör bazlı gidişatını anlatan kitaplar piyasada bulunabiliyor [2]. Biraz bu küçük deneyimlerin, büyük resmi anlamaktaki önemine özenerek, diğer yandan da bir bilim emekçisi olarak kişisel deneyimimi anlatma isteğimden yola çıkarak Almanya’da doktora sürecinde karşılaştığım kurumsal sorunlar, bunların bir nevi analizi ve bunun yanısıra değişime paralel olarak gelişen politik tepkilerden bahsetmek istiyorum. Çünkü son kertede Türkiye’de yaşananlar ile yapılacak karşılaştırmalı bir kurumsal dönüşüm tartışmasının, Türkiye’de akademinin gelecekteki mücadelesine dair önemli veriler taşıdığı fikrine sahibim.

almanyadaki öğrenci eylemlerinin (bildungsstreik) sembolü. hayır dsip ile ilişkisi yok onlardan önce students for a democratic society ve sozialistischer deutscher studentenbund bu sembolü kullanmaktaydılar.

Okumaya devam et

astrofizik: beyaz-adamın sömürgeci tahayyülü (sen haksızsın hawking ve sana laflar hazırladım)

kepler 22b’nin keşfi hakkındaki genel olarak düşüncelerim

sanırım 2009-2010 kışı, güney almanya’dan hollanda’ya trenle gidiyorum, şans eseri yanıma amerikalı bir iş adamı düşüyor. tekstil işinde olduğundan, çok seyahat ettiğinden, türkiye’den, tek taş yüzük almanın ayrıntılarından falan bahsediyor. bana işimi sorduğunda her zaman olduğu gibi şaşkınlık ve merakla karşılıyor ama “işimin diğer işlerden pek bir farkı yok, hatta sizinkisiyle benzer,” diyorum. “astrofizikçi olmak için, yaptığımız işi aynı bir tüccar gibi satmamız, talebin fazla olduğu alanlara yönelmemiz gerekiyor,” dememin üzerine, hangi alana talebin fazla olduğunu soruyor. ben de ona güneş sistemi dışı gezegen (exogezegen) araştırmalarının şu sıralarda revaçta olduğundan ve şu ana (2009) kadar 300den fazla gezegenin bulunduğundan falan bahsediyorum.

heyecanlanıyor ve bunun üzerine; “eğer o gezegenlerde yaşam evrildiyse acaba onlara ne tür bir din tebliğ edilmiştir?” diye soruyor. okurken size komik gelebilir ama bence astrobiyoloji ve teoloji ortaklığında (astro-teoloji) çok-disiplinli süper bir araştırma konusu olur, halkın ilgileceği bir konu olduğu için çok güzel parasal destek bile bulunur.

bu yazımda astro-teolojiden bahsetmeyeceğim.

bu yazımda karl mannheim’dan devşirdiğim “biliminsanları modern toplumun dini ulemasıdır,” önermesine şahane bir örnek teşkil eden, dünya benzeri Kepler-22b gezegeninin keşfi ve bunun halkın tahayyülündeki yansımalarından bahsedeceğim.
Okumaya devam et