Avrupa’da Üniversite standartlaştırılması adı altında yüksek öğretimin değişimi devam etmekte. Her ülkenin kendine has yüksekeğitim modeli değişime uğrayarak, genelde amerikanvari olarak adlandırılabilecek bir merkezi sisteme evrilmekte. Bu değişimin neoliberal bir yeniden şekillendirme olduğu, değişimin en hızlı geliştiği ve zaten bu gibi konularda da öncü olan Hollanda örneği üzerinden erken dönemde dillendirilmişti [1]. Amaçlananın piyasanın talep ettiği uzmanlaşmış, esnek çalışma şartlarına hazır işgücünün emek piyasasına eklenmesinin yanı sıra, yükseköğretimin geçirdiği değişimin, aynı zamanda üniversitedeki bilim pratiğinin ve kurumsal işleyişine de bir müdahale olduğu yazılmıştı.
Bu geniş kapsamlı değişim Türkiye’de de gözlenmekte. Sürecin bütüncül etkilerinin yanı sıra, fakülte ve dolayısıyla sektör bazlı gidişatını anlatan kitaplar piyasada bulunabiliyor [2]. Biraz bu küçük deneyimlerin, büyük resmi anlamaktaki önemine özenerek, diğer yandan da bir bilim emekçisi olarak kişisel deneyimimi anlatma isteğimden yola çıkarak Almanya’da doktora sürecinde karşılaştığım kurumsal sorunlar, bunların bir nevi analizi ve bunun yanısıra değişime paralel olarak gelişen politik tepkilerden bahsetmek istiyorum. Çünkü son kertede Türkiye’de yaşananlar ile yapılacak karşılaştırmalı bir kurumsal dönüşüm tartışmasının, Türkiye’de akademinin gelecekteki mücadelesine dair önemli veriler taşıdığı fikrine sahibim.