Duyuru – youtube kanalım ve blogun geleceği

Çok uzun bir aradan sonra merhaba.

Emek pazarına hızlı girişimin ardından blog da atıl kaldı. Ama sosyal medyayaki içerik üretimim devam ediyor.

Artık aktif bir youtube kanalım var ve içerik üretmeye harcayacağım zamanımın büyük bir kısmını ona harcıyorum, planım da bilim kurgu ve felsefi kavramları karşılıklı işlemek. Bu serinin ilk videoları, Frank Herbert’ın Dune serisinin, İbni Haldun kavramları ile karşılaştırması olacak. Serinin ilk videsu burada

Yazılarımı takip edenler de merak etmesin, buraya içerik düşmeye devam edecek. İlk olarak eski yazılarımı düzgün bir şekilde buraya toparlama niyetim var.

Buraya gelerek bu gereksiz giriyi okuyanlara selam olsun, hala blog takipçisi olarak da yazılarımı takip ediyosanız ARO. Burası yeniden canlanacak!

Ferguson Kasım Olayları: Kurumsal ayrımcılık

Pazartesi günü Ferguson mahkeme heyeti, Mike Brown isimli silahsız genci vurarak öldüren Darren Wilson’ın yargılanmasına gerek olmadığı kararını aldı. Bu nedenle Los Angeles, New York ve Chicago şehirleri dahil olmak üzere bir çok şehirde isyan yaşandı ve olaylar da devam edeceğe benziyor.
USA-MISSOURI/SHOOTING-PROTESTS

Sosyal medyanın en büyük avatajı, mahkeme heyetinin konuşma transkriptlerinin kamuya açılmasıydı. Bu şekilde soruşturma ve yargı kararı ile ilgili çok önemli bilgi ve tutarsızlık ortaya çıktı.

Okumaya devam et

Ticaret ya Resulullah: Türkiye’nin İsrail’e olan bağımlılığı

İki hafta önce, sosyal medyada AKPli’ler ve Cemaatçiler arasında garip bir tartışma oldu; konusu da “İsrail’in gerçek destekçisi”nin kim olduğuydu. Taraflar birbirini suçlayadursun, Türkiye devletinin İsrail ile olan ilişkileri bir şekilde ayrıntılı olarak incelenmiş oldu. İsrail’in Gazze’ye saldırısı karşısında ne yapacağını şaşıran -özellikle hükümet destekçisi- vatandaşımız da göz önüne alındığında, İsrail karşıtı farklı ve tutarlı bir aktivizm için iki devlet arasındaki düşünülenin aksine gitgide güçlenen ilişkilerin ayrıntılarını sizlere ‘özet geçmeye’ karar verdim.

Okumaya devam et

Ateist cemaatinin feminizm ile sınavı

2 yıl önce, ABD menşeili ateizm çevrelerinde, cemaatleri içerisindeki kadınlar ve sorunları üzerine çok önemli bir tartışma döndü. Genellikle Richard Dawkins’in “elevatorgate” eleştirisi olarak anılan bu cemaat kavgasının gerçek çıkış noktası, bir kaç feminist ateistin tartışmaya açtığı kurumsal ayrımcılık sorunuydu. Ortaya atılan konular da öyle yenilir yutulur şeyler de değildi; mevzu ateizm konferanslarındaki katılımcı ve konuşmacıların cinsel taciz vakaları ve örgütleyenlerin bu konuya duyarsızlıklarıydı. Ancak bu sorunlara getirilen elle tututulur/pratik çözüm önerileri karşısında ateist cemaat organizatörlerinin tavrı, bir özeleştiriye gitmek ve gerekli değişiklikleri yapmak değil, sorunları inkar ve feministleri itham etmek oldu. Yaşananlar olayla bağlantılı bireylerin tepkilerinden çok, kendisini ateist/şüpheci/humanist olarak tanımlayan entellektüellerin, kendi cemaatleri içerisinden gelen feminist eleştirilere nasıl tepki verdikleri ve bu tepkileri nasıl teorize ettikleri açısından konunşmaya değer. Bu nedenle de onur haftasının denk geldiği bu mübarek ramazan ayında sizlere bu mevzunun ayrıntılarını (freethoughtblogsdan alıntılayarak) anlatmaya karar verdim.

Öncelikle belirtmem gerekiyor ki bu yazıda ateizmin bir toplumsal hareket olarak içinde barındırdığı sosyal ilişkileri konuşacağım. İnsanlar herhangi bir ideolojiyi bireysel olarak takip edebilecekleri gibi, sosyal bir örgütlenmeye giderek bir cemaat olarak da savunabilmekteler. Bu ateizm için de geçerli. Bu açıdan, belirli değerleri savunan bir grup insanın, bu değerlerinin kendi organizasyonel kültürlerine nasıl yansıdığını ya da aşağıda anlatacağım şekliyle nasıl yansıtamadığını konuşmayı anlamlı buluyorum.

google'a "atheism feminism" yazıldığında çıkan ilk resimlerden. "Burada daha kadın ateistin olmaması çok kötü. Bence bunun nedeni kadınların biz erkeklerden daha irrasyonel olmaları."
google’a “atheism feminism” yazıldığında çıkan ilk resimlerden. “Burada kadın ateistlerin olmaması çok kötü. Bence bunun nedeni kadınların biz erkeklerden daha irrasyonel olmaları.”

Okumaya devam et

1600lerin başında Rojava: Farklı bir isyanın öyküsü

Gündemle biraz alakalı, Osmanlı’daki isyan tarihini ve bu isyanların yapısını çok fazla konuşmuyoruz. IŞİD’in Irak’ta ilerlemesi ve diğer yandan bunun farklı sınırlar içerisinde bulunan Kürt yönetimleri için bunun ne anlama geldiği sorusu bu haftanın en önemli konusuydu. Ortadoğu’daki karışıklık, makro siyasetin ustası muktedirin entelijansı tarafından hep Osmanlı geçmişine atıfta bulunularak tartışılırken, konuyu biraz da “halkların tarihi” açısından değerlendireyim ve bugünün politik mevzularıyla tarih arasında en azından hikayevari bir paralellik kurayım istedim ve bu vesileyle Osmanlı tarihi içinde de çok özgün bir isyan tarihi olan 1600lerin Rojavasını işlemeye karar verdim.

Devlete-isyan-Eden-Celaliler1

Okumaya devam et

1968 seçimlerinin tek meşru adayı: Pigasus

Kısa bir yazı: Bugün CHP-MHP’nin çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu olarak belirlendi. Eğer sizler de benim gibi yerel seçimler sonrası hala post-travmatik stres bozukluğu yaşıyorsanız, herhalde çok da bir beklenti içerisinde değildiniz. Ancak, yerel seçimleri heyecanla karşılamış ve kendinden menkul oy verme eylemlerini severek ifa etmiş arkadaşlarımızdan bazıları hala bir umut içinde çatı adayınını kim olacağını bekliyorlardı. Görülen o ki, MHP-CHP kendilerinden bekleneni yaparak, siyasetlerini AKPnin kurduğu seküler-muhafazakar kültür savaşları ekseninin dışına çıkarmayacaklar ve alternatif bir siyaset yerine burada oynarayarak pragmatik bir başarı kazanmak hayalleri kurmaya devam edecekler. AKPyi kendi oyununda yenebileceklerini düşünmeleri saflık.

Bu kısa yazıda daha önce yazdığım 1969 yazısına atıfla, ABDli Yeni Sol (New Left) aktivistlerinin seçime bakış açılarını hatırlatmak istedim. Yeni Sol’un ufak ama önemli önemli gruplarından olan Yippie‘lerin, geçen yazımda anlattığım, Demokrat Parti Kongresi eylemleri sırasında pigasus adlı bir domuzu ABD başkanı olarak aday göstermişlerdi. Bunu yapmalarının nedeni tamamen, ABD demokratik seçimlerinin absürtlüğünü göstermek ve meşru olmadığını anlatmaktı.

ABDli aktivistlerin ve devrimcilerin Demokrat parti karşıtlıklarının nedeni, bu partiyi Vietnam savaşının müsebbibi olarak görmeleriydi. Üstüne üstlük, kazanacağı kesin olarak görülen Humphrey, Vietnam işgalini devam ettireceğini açıkça söylüyordu. 1968 seçimleri Nixon’ın başarısıyla sonuçlandı, ve bunun özellikle ABD solu için ne kadar büyük bir hezimete ve zarara yolaçtığını biliyoruz. Ancak bugünkü seçim goygoyları için de hatırlatmak gerekiyor ki, sorun moral üstünlüğüne rağmen sayısal olarak azınlıkta olan “sol” cenahın hangi adaya oy verdiği değil, nüfusun çoğunluğunun seçimi meşru bir temsil mekanizması olarak görerek, baskıcı muktedir adaya oy vermesi ve verecek olması.

1968 ABDsinde savaş yanlısı Demokrat bir adaya oy vermesi düşünelemeyecek olan Yeni Sol aldığı kararlarda tutarlıydı. Asıl soru, 2013da sokaklara inen Türkiye eylemcileri, müessen nizamın içinde oynama odaklı, kısa vadeli kazanım umutlu, pragmatik stratejilere bel bağlamaktan vaz geçebilecek mi?

şikago polisi, yippielerin başkan adayını götürürken.
şikago polisi, yippielerin başkan adayını götürürken.

Katalunya’da bir kent hakkı mücadelesi: Can Vies

Barselona’da geçen hafta, 26’sı Pazartesi gününden 31’i Cumartesiye kadar 6 gün boyunca, sokakta sosyal bir patlama yaşandı. Yaşananların nedeni Can Vies işgal evinin Barselona belediyesi tarafından yıkımına başlanmasıydı. Türkiye’deki haberler ise ağlatacak derece yanıltıcıydı. DHA’ya göre Can Vies’ı işgal edenler kendilerine “okupa” adı veren bir grup genç iken, Radikal’e göre ise Can Vies “radikal sol görüşlü örgüt üyeleri” tarafından işgal altında tutuluyordu. Üstüne üstlük gazetelerin ilgilendiği sosyal mücadele ya da polis şiddeti değil, DHA’dan Mehmet Çiftçi yanlış aktarımıyla, ses tomasının ilk kez kullanıldığı iddiasıydı. Barcelona belediyesinin yaptığı büyük bir politik hata nedeniyle şehirde sosyal patlamaya yol açan Can Vies eylemlerinin gerçeği neydi ve şehirde geçmişi çok eskilere dayanan özyönetimci hareketlerle ilgisi neydi, bu yazıda bunları okuyacaksınız.

@GiselaBombila_LaDirecta364.
@GiselaBombila’nın La Directa’nın 364üncü sayısı için hazırladığı görsel.

Okumaya devam et

1969: 2014’e gelecekten bir bakış

1968’de toplumsal mücadelerde yaşanan uluslararası patlama, bugün içinde bulunduğumuz 2011-2013 süreciyle çok büyük benzerlikler gösteriyor. Bu iki farklı dönemdeki patlamar arasındaki önemli benzerliklerden biri eğitimli orta sınıfın bu kalkışmalardaki rolü. Bunu sadece öznel bir sınıfsal hissiyata hapsetmemek gerek; yaşanan kalkışma, üretim şekillerinin değişimi ile beraber emek sömürüsünün farklılaşması ve üniversitelerde beyaz yakalı emekçilerin de daha önceki ayrıcalıklarından feragat etmesi gerektiğinin ortaya çıkmasıyla ilintiliydi. Bunun en önemli ifadesi Mario Savio’nun ünlü konuşmasında, üniversitenin bir fabrika, öğrencilerin de alınıp satılabilen doğal kaynak olduğu tespitidir.

Gezi’nin sınıfsal muhteviyatı konuşuladursun, her halükarda Türk orta sınıfının katılımı bariz bir şekilde ortadaydı. Bu açıdan ezenin kurtuluş mücadelesindeki yeri nedir bunu konuşmak üzere, direnişin üzerinden bir yıl geçmesini fırsat bilerek bir 1969un ABDsiyle bir karşılaştırma yazısının vaktinin geldiğini hissettim. İnsanoğlunun aya ilk kez ayak bastığı, Stonewall isyanının yaşandığı ve Woodstock’un gerçekleştiği, Rob Kirkpatrick’in deyişiyle “her şeyi değiştiren yıl”a, 1969’a, ve beyaz devrimcilerinin örgütü olan “The Weathermen”in o yılki macerasına bir göz atalım.

Weathermen, Chicago Öfke Günlerinde.
Weathermen, Chicago Öfke Günlerinde.

Okumaya devam et

Bankaların Soma Kurnazlığı

[Bu yazı bana ait değil, Toplumsal Hafıza Hareketi tarafından kolektif olarak hazırlandı.]

Soma’daki işçi katliamının üzerinden zaman geçerken, katliamın bir nesnesi olmaya itilen işçilerin hayat şartları da, hayatta kalanlar ve ölenlerin aileleri dışında birçok kişi ve grup tarafından konu ediliyor. Ağır şartlarda çalışan işçilerin aynı zamanda da geçim sıkıntıları nedeniyle yoğun ekonomik baskı altında olduğunu düşündüğümüzde, Soma hakkında açıklama yapanlar kervanına bankaların da katılmasına şaşırmamak gerek. Bankaların felaket bölgesi ve felakete kurban gidenlerle ilgili yaptığı açıklamalar bölgedeki kredi borçlarını ilgilendirmekle beraber, uygulanacak olan çeşitli yardımları da ilan ediyor. Bu noktada sorgulanması gereken, bankaların giriştiği bu marka odaklı halkla ilişkiler manevralarının gerçekte neyi kapsadığı ve taahhüt edilenlerin ne kadarının bankaların bizzat yasal zorunluluğu olduğu.

radikalhaber

Okumaya devam et

Galeri

Kömür Vurgunundan, İşçi Katliamına – I

Soma maden faciası ya da doğrusunu söylemek gerekirse, iş katliamında devletin ve Soma A.Ş.’nin sorumluluğunun tam olarak ne olduğu bugüne kadar konuşuldu, bundan sonra da uzunca bir süre tartışılacak gibi gözüküyor. İyimser bir bakışla, yasal sürecin işletileceğini düşünürsek, “sorumluluk” tartışması da teknik ve yasal bir boyuttan yürüyecek gibi gözüküyor. İşin politik kısmı ise şirket sahiplerinin ailelerinin AKP ile olan bağlantılarını ve hükümetin yürüttüğü taşeronlaştırmanın eleştirisini barındırıyor. Ancak pratikte yaşananı anlayabilmek için ne sadece teknik problemleri araştırmak ne de iktidar bağlantılarını deşifre etmek tek başına yeterli. Bu yazıyla yapmaya çalışacağım, son 12 yılda gelişen ve evrilen devletin kömür üretimi, alımı ve dağıtımı siyasasının, o gün madende yaşanan faciaya nasıl yol açtığını anlatmak, ya da kısacası pratik/tekniğin, ideolojik/politikle bağlantısını kurmaya çalışmak.

TKI

Okumaya devam et